ÜYELERDEN SEÇMELER VE HABERLER
Şiir, Sanat ve Edebiyat İnsanlığın Güneşidir... Anadolu Şairleri
30 Aralık 2015 Çarşamba
29 Eylül 2015 Salı
Âşık İbreti; Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Eşim Bana Huri, Evim De Cennet,
Hacıya, Hocaya Kalmadı Minnet,
İrbiği, Tesbihi Kırdım Da Geldim...
İbreti
Âşık İbreti
Asıl adı Hıdır Gürel olan Aşık İbreti'nin dedeleri
Malatya'nın Akçadağ ilçesinden kalkmış, Kayseri'nin Sarız ilçesine bağlı Kırk
kısrak köyüne gelip yerleşmiş, babasının adı Ali annesinin adı Sultandır.
Babası o günün zor koşullarında, at sırtında köy köy dolaşıp meyve satarak
geçimini sağlarmış.
Rumi 1336, miladi 1920 doğumlu olan Aşık
İbreti'nin asıl adı Hıdır’dır. Üç yaşında iken annesini kaybetmiş ve
öksüz kalmış, babası evlendiği Hatice isimli analığından Ali, Rıza, İbrahim,
Sultan, Meryem, adlarında beş kardeşi Dünyaya gelmiş. Bunlar halen hayatta olup
yaşamlarını İstanbul'da sürdürmektedir.
Okula gidemeyen İbreti çok genç yaşta, henüz
17-18 yaşlarındayken evlenir, hanımı teyzesinin kızı Sultandır. Köşkerlik
(ayakkabı tamirciliği) yapar ve giderek ayakkabı yapımıyla geçimini sağlar.
Askere gider 3 yıl askerlik yapar; askerde iken babasını kaybeder.
Askerlik dönüşü Maraş'ın Afşin ilçesine giderek on sekiz gün gibi kısa bir
zamanda biçki, dikiş öğrenen İbreti Sarız’a döner bu sanatını da orada 18 yıl
devam ettirir. Bu arada saza söze büyük ilgi duyar okuma yazmayı ilerletir;
Geceleri gaz lambasının ışığında sabahlara dek kitap okur, kendini yetiştirir.
İbreti'nin altı çocuğu olur. sırasıyla Sultan,
Haydar, Hüseyin, Hıdır, Kemal, Gülbeyaz, İbreti'nin hanesinde yer alır. İbreti,
geçim darlığı çektiği için çeşitli mesleklere atılır. Saz yapıp satmak,
madencilik, fotoğrafçılık... gibi işler yapar. Madencilikte yaptığı kazılarda
yüzde seksen isabet kaydetmesine karşın ekonomik yetersizlikler nedeniyle bu
işi sürdürememiştir. Bulduğu krom, gümüşlü kurşun, madenleri toprak
altında kalır. Son olarak fotoğrafçılık yapmakta olan İbreti Sarız’da elektrik
olmadığı için işini zor sürdürür. Daha sonra Elbistan’a göçer; burada
fotoğrafçılık mesleğini sürdürürken 1967'de patlak veren Elbistan
olayında Alevilere saldıran fanatiklerin saldırısından İbreti de nasibini
alıyor. Dükkânı tahrip ediliyor; canını zor kurtarıyor tekrar Sarız’a dönüyor;
ancak geçim darlığı nedeniyle İstanbul’a göçüyor ve 5 Kasım 1976 tarihinde,
yoksulluk içerisinde 56 yaşında Hakk'a yürüyor.
***
Aşık İbretinin orijinal ses kayıtları vardır, fakat onu
geniş kitlelere tanıtan Musa Eroğlu olmuştur.
***
Verdim de geldim
İlme Hizmet Edip, Uykudan Kalktım
Sarık Seccadeyi elden Bıraktım
Sarık Seccadeyi elden Bıraktım
Vaizin Her Günkü Vaazından Bıktım
Ramazanı Sele Verdim de Geldim
Karnım Acıktıkça Kederim Arttı
Hele Hac Kaygısı Ayrı Bir Dertti
Paralılar Hemen Haccoldu Gitti
Şeytanı taşlarken Gördüm De Geldim
Dört Kitabı Koyup Torbaya Astım
Cennet Huri'sinden ilgimi Kestim
Muskacı Hocaya Sanmayın Sustum
Ağzının Payını Verdim De Geldim
Aklım Ermez Ahret Eğlencesine.
Saygım Var İnsanın Düşüncesine
Hayal Cennetinin Has Bahçesine
Yobaz Sürüsünü Sürdüm De Geldim
İbreti Emelim İnsana Hizmet,
Eşim Bana Huri, Evim De Cennet
Hacıya, Hocaya Kalmadı Minnet
İrbiği, Tesbihi Kırdım Da Geldim...
Ramazanı Sele Verdim de Geldim
Karnım Acıktıkça Kederim Arttı
Hele Hac Kaygısı Ayrı Bir Dertti
Paralılar Hemen Haccoldu Gitti
Şeytanı taşlarken Gördüm De Geldim
Dört Kitabı Koyup Torbaya Astım
Cennet Huri'sinden ilgimi Kestim
Muskacı Hocaya Sanmayın Sustum
Ağzının Payını Verdim De Geldim
Aklım Ermez Ahret Eğlencesine.
Saygım Var İnsanın Düşüncesine
Hayal Cennetinin Has Bahçesine
Yobaz Sürüsünü Sürdüm De Geldim
İbreti Emelim İnsana Hizmet,
Eşim Bana Huri, Evim De Cennet
Hacıya, Hocaya Kalmadı Minnet
İrbiği, Tesbihi Kırdım Da Geldim...
***
İbretinin kendi sesinden orijinal kayıt. (1970 lerde)
8 Haziran 2015 Pazartesi
ŞİİR : Düşmana Yurt mu oldun sen Kerkük ?
ŞİİR : Düşmana Yurt mu oldun sen Kerkük ?
Bize ulaştıran: Sayın NEVZAT YILDIRIM'a teşekkürlerimizle...
Kerkük benim, demek ayrı gördüler
şu döşüme paslı hançer vurdular
sanki benim öz evime girdiler
oğlum gibi ağlayan vatan kerkük
peşmergeye yurt mu oldun sen Kerkük?
sanki benim öz evime girdiler
oğlum gibi ağlayan vatan kerkük
peşmergeye yurt mu oldun sen Kerkük?
bu nasıl özgürlük, sana hiç düşmez
garipleri kimse görmez, görüşmez
zalim değişir de, mazlum değişmez
ellerimde can çekişen can Kerkük?
soysuzlara yurt mu oldun sen Kerkük?
garipleri kimse görmez, görüşmez
zalim değişir de, mazlum değişmez
ellerimde can çekişen can Kerkük?
soysuzlara yurt mu oldun sen Kerkük?
beni sorma, halkın kesiriyim ben
mükemmel(!) bir çağın kusuruyum ben
bir eski destanın esiriyim ben
bir kendine, bir de bana yan kerkük
peşmergeye yurt mu oldun sen Kerkük?
mükemmel(!) bir çağın kusuruyum ben
bir eski destanın esiriyim ben
bir kendine, bir de bana yan kerkük
peşmergeye yurt mu oldun sen Kerkük?
günahım çok ama gel gör gizlerim
gelemem de içten içe sızlarım
bıktırmıştır tutulmayan sözlerim
ama bu son, ama bu son, son, Kerkük
soysuzlara yurt mu oldun sen Kerkük?
gelemem de içten içe sızlarım
bıktırmıştır tutulmayan sözlerim
ama bu son, ama bu son, son, Kerkük
soysuzlara yurt mu oldun sen Kerkük?
bayrağındır, mavi görsem, ölürüm
tabutundur, çivi görsem, ölürüm
mezarındır, evi görsem, ölürüm
uykularım ve gözlerim kan, Kerkük
düşmanıma yurt mu oldun sen Kerkük?
tabutundur, çivi görsem, ölürüm
mezarındır, evi görsem, ölürüm
uykularım ve gözlerim kan, Kerkük
düşmanıma yurt mu oldun sen Kerkük?
bilmez miyim, beni nerde kim bekler
ak nineler, gün görmemiş bebekler
kurda karşı bir olurmuş köpekler
işte benim çıldırdığım an Kerkük
peşmergeye yurt mu oldun sen Kerkük?
ak nineler, gün görmemiş bebekler
kurda karşı bir olurmuş köpekler
işte benim çıldırdığım an Kerkük
peşmergeye yurt mu oldun sen Kerkük?
ıraktasın, başın yine dar da mı?
bebeklerin, çoluk-çocuk zorda mı?
ve peşmerge, ve barzani orda mı?
NAMUS SÖZÜ, GELECEĞİM BEN KERKÜK!
soysuzlara, peşmergeye yurt mu oldun sen Kerkük.
bebeklerin, çoluk-çocuk zorda mı?
ve peşmerge, ve barzani orda mı?
NAMUS SÖZÜ, GELECEĞİM BEN KERKÜK!
soysuzlara, peşmergeye yurt mu oldun sen Kerkük.
5 Mayıs 2015 Salı
Ermeni (Yunan, Bulgar, Rus, Sırp, İngiliz, Fransız, Alman, Çin) Mezalimi ve Dâhili Bedhahlar..
Ermeni
Mezalimi ve Dâhili Bedhahlar
Mustafa
Nevruz SINACI
Yüz
yıllık kuyruklu yalan, kirli iftira ve iğrenç furya!.. 24 Nisan 2015 günü
de (her yıl olduğu gibi, tekrar) menfur bir kör iddia, inkâr maskesi ve timsah
gözyaşları numarasıyla tam bir hayâsızlık, ahlâksızlık ve mürailikle:, “hepimiz
Ermeni’yiz” ilenmeleri biçiminde, necip Türk Milletinin sinesi,
memleketin Şüheda toprağının barış ikliminde “ihanet çığlıkları atıp (Tanınma,
Tazminat ve Toprak) tehditleri savurarak” sökün etti!...
Aynı
gün Çanakkale’de anlamlı bir zaferin 100. yılı, ezeli baş düşman büyük Britanya
İmparatorluğunun iştiraki ile anıldı. Günlerden Cuma. Bütün Cami şeriflerde üç
aylar konulu hutbeler irad ediliyor; Bilumum vahşi batılı vampir, yarasa, kene
ve sülük (emperyalist) illeti, İblis, Ebu Cehil, Şeytan şürekası, fetret
anıtlarında kin kusar; Alçakça uydurulmuş yalanlarla kirletilmiş meydanlarda
tehditler savurur, bazı haçlı Kiliseleri ve işbirlikçi Havralarda hamasi
merasimler icra edilirken.; Bizim ‘merhametten maraz doğar’ kabilinden
zincirleme ihanetlere maruz, kalleşlik, alçaklık, cinayet, şeamet ve plânlı
soykırımlardan mağdur ülkemizde, ibadet şuuru konulu vaazlar ve Çanakkale’de
tören var!..
Adama
sorarlar: Senin Diyanet İşleri Başkanlığın ne iş yapar?
“El İman, minel Vatan” umdesi ile kaim
İslâm’ın âlimleri nerde?..
Şu
hale bakın…
Ne
müthiş bir ironi!..
Bir
yanda soykırım yalanı; Nefret, fetret, baskı, tehdit ve haçlı çığlıkları;
Diğer
tarafta bedhah gafleti, Endülüs Rehaveti ya da dönme-devşirme muhabbeti!..
Hani
1937’de, malûm diyaspora menfurları İngiliz dolduruşuna gelip, ezeli ve sinsi
düşmanlarının kalleş tuzaklarına düşerek, benzer söylemelere cüret etmek
gafletine duçar olmuşlardı. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhur Reisi Mustafa
Kemal ATATÜRK derhal ve en ağır surette derslerini verdi. Ki, bu dersin etkisi,
ta 27 Mayıs’a değin sürdü ve bu büyük kudret karşısında korkuyla sinip,
seslerini kestiler. Lâkin 27 Mayıs kalkışması ile Atatürk’ün Anayasası ilga,
Cumhuriyeti imha edildi. Hak, adalet ahlâkı, demokrasi, lâiklik ve hukuk rafa
kaldırıldı. Devleti isyan, ihanet, kan ve kalleşlikle ele geçiren “karşı devrimci” Cumhuriyet düşmanı halk
partisi şürekâsı, ilk önce, CHP içinde yuvalanan koza, kripto, dönme-devşirme,
mason ve misyoneri legalleştirip ortalığa salıverdi.
Sonra,
insan hakları, adalet-hukuk, huzur ve barış mabedi Türkiye Cumhuriyeti, Sivas
Kampı ile birlikte ‘Kürt Sorunu’;
Akabinde, sözde hak ve özgürlük istemlerine dayalı anarşi; Paralelinde ise,
gerçekte 1921 Kars Antlaşması ile halledilmiş olmasına rağmen tam bir yalan,
iğrenç furya ve iftira kampanyası biçimi hortlatılan (uyandırılan) ‘Ermeni soykırımı’ rüzgârı yaratıldı!..
Yetmedi, sinsice geliştirilip, CHP’nin makûs rahminde nevzuhur “anarşi, terör ve tedhiş” sorunumuz
oldu. Arkasından Asala. İhanet, şer ve şeamet (siyaset) ortamı
olgunlaşıp-uygunlaşınca, dönem istihbaratı kullanılarak PKK eşkıyası teşkil ve
dönme-devşirme politik ACI’lar tarafından eğitilip-donatılarak teşekkül
ettirildi!..
Düşman
tahrik ediyor; Hakaret, alçaklık ve küstahlık dinmiyor…
Türkiye
aleyhine düzen kuran ve dolap çeviren hainlere “DUR” denilemiyor!..
Bu
zaman zarfında Ermenistan okullarında Türk Bayrağına sürekli hakaret ediliyor,
Şanlı Bayrağımız dünyanın gözü önünde cadde, sokak ve okul meydanlarında
ayaklar altına alınıyor, şerefsizce, soysuzca çiğneniyor ve 20’ye yakın İslâm
ülkesinde “Ermeni soykırım” abideleri.; Utanç, yalan, iftira ve ağlama
duvarları dikiliyor; Çoğu ülkede Türklere atfedilen soykırımlar yalanları ders
olarak okutulmakta; Başta Ermenistan olmak üzere, Suriye, Rusya, Yunanistan,
Bulgaristan, İran, Irak, Lübnan, Suudi Arabistan ve Mısır’da “Ermeni soykırımı”
dâhil, Türk ve Osmanlı hakkında bin türlü hakaret, yalan-dolan, fesat-furya,
iftira ve uydurma “bilgi kirliliği” tarih diye okutuluyor...
Hem
de Türk hükümetlerinin gözü önünde ve Hükümetin gözünün içine baka, baka!.
Ta ki, 16 Şubat 1976 günü Beyrut B. Elçilik Başkâtibi
Oktar Cirit, kalleşçe, hunharca bir cinayete kurban gidinceye dek! Bu hain
cinayetle birlikte ASALA ortaya çıktı. Bu Ermeni örgütü, Türkiye’de
huzursuzluğun zirve yaptığı 1979’dan itibaren, 21 ülkenin 38 kentinde 110
saldırı gerçekleştirdi. Alçakça katliamlarda 42 Türk diplomatı ile 4 yabancı
hayatını kaybetti. 15 Türk ve 66 yabancı yaralandı. 1980’de ASALA taktik
değiştirerek, PKK’nın öncü kuvveti oldu. 1984’de PKK çıktı. Bekaa ve Zeli
kamplarında ASALA, PKK militanlarını eğitiyordu!
NETİCE OLARAK;
Kamu
Vicdanı ve Türk Milleti Soruyor:
24 Nisan’da niçin? Camiler, Okul ve meydanlarda Ermeni,
Yunan, Rus ve Sırp zulmü kınanmadı? 1976 – 1979 döneminde Ermeni ASALA örgütü
tarafından kalleşçe katledilen Türk diplomatlarının öcü ve intikamları niye
alınmadı? Sadece 1913 - 1923 yılları arasında Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da
‘Ermeni Soykırımına maruz kalan’ kin-kan, nefret, cinayet ve katliam kurbanı
iki milyona yakın silâhsız, korumasız, mağdur, masum ve müsemma Türk-Müslüman
toplu mezarlarında niçin birer anıt/abide yapılmadı?,
Şu ana kadar resmen ve kamuoyunun gözü önünde yapılan
binlerce kazıya rağmen; Bir tane dahi Ermeni toplu mezarına rastlanılmadığı,
bütün dünyaya neden ve niçin hâlâ ilân edilmedi? Dünyanın Ermeni yalanlarına
kanmasının sebeplerinden biri de bu değil mi?..
Nihayet;
Türkiye Cumhuriyetinin Milli (!) Eğitim Bakanlığı, Atatürk ve Menderes
döneminde müfredatlarda yer alırken.; 1963’den bu yana Ermeni, Yunan, Rus ve
diğer ihanet şebekeleri tarafından Türk Milletine yapılan katliamlar,
tehcirler, soykırımlar ve mezalimler “Neden ve Niçin” (Bazı AB ülkeleri,
Ermenistan, Yunanistan, Bulgaristan, İran-Irak, Suriye, Lübnan gibi
memleketlerde eğitim-öğretim sisteminde ağırlıklı olarak yer alırken) Türkiye
Cumhuriyetinin her derece ve düzey okulları ile Üniversitelerinde ders olarak
okutulmuyor?
Oysa
sadece Ermeni mezalimi değil; Rus, Sırp, Yunan, Arap, Fransız ve sair tehcir,
toplu katliam ve soykırımlarının mutlaka ve daima okutularak; Türk Gençliğine
“Türk, İslâm ve İnsanlık düşmanları” ile bu menfurların, meş’um mezalimleri
öğretilmelidir.
Bu
korkaklık, pasiflik, çekince, sinme, göz yumma ve taviz yarışı niye?
Bu
yıl (2015) itibarıyla, EGE’de işgal ettiği Türk Adası sayısı 152’yi bulan,
tescilli Türk düşmanı azgın, arsız ve edepsiz palikaryanın dersi ne zaman
verilecek? Bu lânetli Rum artıkları had ve hudutlarını aşarak Pontus’u ihya ve
İyonya’yı inşa etmeye kalkışıyorlar. Peki, kim bildirecek bu arsız keferelere
hadlerini? Düşman kuduz köpekler gibi ürer, deli domuzlar misali dünyada
karanlık kâbuslar yaratır ve kendi ürettiği kâbuslar içinde ulurken;
Türk’e
savunmada kalmak hiç yakışır ve yaraşır mı?
Kaldı
ki, dış politikanın esası mukabele-i bil misil; Barışın şartı harbe hazır
olmaktır.
Lâkin
bu milletin, elli yıldır idarecileri hakikatten gafil, sünepe dalkavuk, korkak
veya “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” akidesini “sıfır sorun” ütopyası kabilinden
“ver kurtul” siyaseti mi sanırlar?.. Çünkü uluslar arası siyasette, alenen
düşmanlığa “misliyle mukabele etmemek” korkaklık, alçaklık ve “kendi öz
milletine karşı” haksızlık, yolsuzluk ve küstahlıktır.
Bırakın millet, düşmanından nefret etsin!..
Mezalimi
unutmasın, acıları içine atmasın, yüreğine gömmesin.
Çünkü Türk Milletinin düşmanları çok kalleş,
olabildiğince alçak, ikiyüzlü, çifte standartçı, sinsi, içten pazarlıklı,
gaddar, acımasız ve haindir.
Namerde MERT yaraşır.
Domuz
kurduna BOZKURT gerektir, mankurt değil!..
12 Mart 2015 Perşembe
Kaygusuz Abdal, (Asıl adı Alâeddin Gaybi olan Kaygusuz Abdal) Arzu Kök
Kaygusuz Abdal
Arzu Kök
Asıl adı Alâeddin
Gaybi olan Kaygusuz Abdal, söylenceye göre Teke Beyi’ne bağlı Alaiye (Alanya) Sancağı Beyi Hüsamettin Mahmut Bey’in oğludur.
Doğum ve ölüm tarihleri tam bilinmiyor olsa da 1361-1444 yılları arasında
yaşadığı genel bir kabul görmüştür. Gaybi, bir Bey çocuğu olmasından ötürü
döneminin bütün bilimlerinin eğitiminden geçtiği gibi silahşörlük, güreşçilik,
avcılık ve at biniciliği alanında da çok iyi eğitim almıştır.
Dervişin ilk harfi d (dal) dir. “Dünyayı terk” demektir.
Dervişin ikinci harfi r (re) dir. “Riyayı terk” demektir.
Dervişin üçüncü harfi v (vav) dir. “Varlığını terk” demektir.
Dervişin dördüncü harfi y harfidir. “Yalanı terk” demektir.
Dervişin beşinci harf ş harfidir. “Şehveti terk” demektir.
Sen bütün bunları yapabilecek misin? Böyle yaşabilecek misin?
Git, babana da sor, razı gelir mi?”
Bazı söylencelere göre burada ölmüş ve defnedilmiş,
bazılarına göre ise tekrar Mısır’a gitmiş ve orada öldüğü ve bir mağaraya
gömülmüştür.
Şiirsel Yapıtları: Divan, Gülistan, Mesnevi-I, Mesnevi- II,
Mesnevi- III, Gevhernâme, Minbernâme
Düzyazı Yapıtları: Budalanâme, Kitab-ı Miğlate(Magalata),
Vücutnâme
Şiir ve Düzyazı Karışık Eserleri: Saraynâme, Dilgüşa
Cebrail, toprak, telkinci, nefis, ağız
İsrafil, yel, boğucu nefis, burun
Mikail, su, ezgisi nefis, kulak
Azrail, ateş, kötülükçü nefis, göz
İlginç ve güzel bir betimleme olmasından ötürü aldım buraya.
Dilküşa’da; Hz. Muhammet ve Hz. Ali’nin yücelikleri ile aşkın ve aşk
eserlerinin niteliklerini betimler tüm güzelliğiyle.
“Uçmak(cennet) ile tamu(cehennem) birlik oldu
Birliğe bir olmak erlik oldu
Yol eri bilir ki nedir hayır ve şer
Cümle yaratılış insana buradan belirdi.” der. Hatta daha da
ileri giderek, yaratılış bütünlüğünün öncesizliğini, şimdiyi ve sozsuzluğu da
kapsadığını ifade eder. Tanrı sözcüğünü tek şekilde kullanmaz. Tanrı, Allah,
Hüda, Mevlâ, Kirdar, Hak, Yaratan, Hâlik, Rahman, Çalap, Zül-Celâl, Kadir-i
Mutlak, Habibullah,….vb…
Kaygusuz Abdal’ın metinlerinde atasözlerimize de rastlamak
mümkün. Örneğin; ‘Ayağını yorganına göre uzat.’, Gizini sevdiğin kardeşten bile
sakın’, ‘Karınca deve yükünü çekemez.’, ‘Suyu görmeden çemrenme’, ‘Her gerçek
işi, aslını bilene sor’, ‘ Ata arpa, sığıra saman gerekir’, ‘Sana taş atana
çömleği siper tutma sakın’….vb…Ayrıca;
“Bir kaz aldım ben karıdan
Yamru yumru söylerim
Bugün bana bir paşacuk
Erdene şehrinde bugün” dizeleriyle de yaşadığı dönemden çok
çok sonra ortaya çıkacak gerçeküstücülüğe de yer veriyor. Zira gerçeküstücülük
akımında ironi, olağanüstülük, düşsellk, şaşırtıcılık gibi öğeler egemendir ve
bu öğeler Kaygusuz Abdal’ın bazı şathiyelerinde göze çarpıyor. Bakın buna bir
örnek daha;
“Yücelerden yüce gördüm
Erbabsın sen koca Tanrı
Alem okur kelam ile
Sen okursun hece ile
Erliği ile anılur
Filân oğlu filân diyu
Anan yoktur baban yoktur
Sen benzersin hiçe Tanrı
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsin kulum geçsin diyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç e Tanrı
Garip kulun yaratmışsın
Derde mihnete katmışsın
Anı âleme atmışsın
Sen çıkmışsın uca Tanrı
Kaygusuz Abdal yaradan
Gel içegör şu cur’adan
Kaldır perdeyi aradan
Gecelim bilece Tanrı”
Bu şiirde Kaygusuz tek varlık ilkesi gereği Tanrı ile içli dışlı
görünmekte, kendini bir anlamda fena-fillah mertebesinde görüp Hallac-ı
Mansur’un En-el-Hak söylemi gibi Tanrı ile arasında perde kabul etmemektedir.
Tanrı’ya ulaşmakta kolaylık istemektedir.
Kaygusuz Abdal, toplumsal eleştirilerini, amansız
yergilerini simgelerle örgülemiş ve gerçeküstü öğelere dönüştürmüştür.
Gerçekleri tüm çizgisel ayrıntılarıyla (realistik) değil, o çizgilerden
geometrik paraboller, biçimlenmeler oluşturarak gösteriyor. Ancak şiirlerine
yüklediği anlamlar ile, okuyan dinleyen her birey ve topluluk bu şiirlerde
kendini görüyor. Ancak Kaygusuz Abdal’ın tüm bu eserleri doğru ve özgün biçimde
tarihçi, araştırmacı yazar ve bilim adamları tarafından tam anlamıyla
incelenmemiş olması da acı bir gerçekliktir. Hakkında çok detaylı çalışmalar
yapılması ve adına üniversitelerde kürsüler kurulması gereken değerli bir
kişiliktir.
Kaynakça
1- Alkan Erdoğan, Sayılar ve Hayvan Simgeleriyle Alevi Mitolojisi, Kaynak Yayınları
2- Arısoy M.Sunullah, Türk Halk Şiiri Antolojisi, Bilgi Yayınevi
3- Birdoğan Nejat, Anadolu Aleviliği’nde Yol Ayrımı İçerikKöken , Mozaik Yayınları,
4- Boratav Pertev Naili, İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Tarih Vakfı Yayınları
5- Eyuboğlu İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Kaygusuz Abdal, Özgür Yayın Dağıtım
6- Gölpınarlı Abdülbaki, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi, İnkılap Kitabevi,
Kaleli Lütfi, Tanrı İnsan, Can Yayınları
7-Yerguz İsmail, Kaygusuz Abdal Yaşamı Sanatı Yapıtları, Engin Yayıncılık
8- Doç. Dr. Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, Kültür Yayıncılık
9- Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, TDKY
6 Mart 2015 Cuma
TANIDIĞIM OZANLAR: "İSMAİL KARA", Prof. Dr. İSA KAYACAN
TANIDIĞIM OZANLAR:
İSMAİL KARA
Ozan vardır şiirleri kendinin ve nicelerinin ruhuyla haşır-neşir olur. Ozan vardır şiirleri topluma dönüktür. İşte hokkabazlara, sigara paketlerinin arkasına notlar alanlara nodullar batıran ozanlarımızdan İsmail Kara…
Kitap fiyatlarının yüksek oluşundan haklı olarak yakınıyor. Ülkemizde bu konuda bir sansür olmadıkça bu tür yakınmaların sonu gelmeyecektir.
Satırlarında sevgi kokar. Sevgilisinin gelişiyle, iç ve dış dünyasındaki değişikliklerin çoğalacağını, hatta karamsarlıkları ortadan kaldırarak iyimserliklerle dolacak günlerini iple çektiği görülür.
Hürriyeti sever. Tutsaklıktan, kesintilerin bulunduğu ortamlardan hoşlanmaz. Çabalarının verimliliğini hürlüğüyle sürdürebileciğine inanır ve bu yönde görüşlerini açıklar. Bu açıklamalarındaki gerçekçiliğini derinlemesine görürüz. Anılar karşısındaki samimiyeti büyüktür ozanımızın.
İnsanlığın en çetin sorunu üzerine seslenir görürüz. Yirminci asrın getirdiği teknik ilerlemelerin yanında, beraberce gelen tehlikelerin çokluğundan, silahların fasılasızca, hemen hemen boş yere patlatıldığından yakındığı gözlerimiz önüne tüm açıklığıyla seriliverir.
Bu da yirminci asır
Silahların konuştuğu yerde
İnsanlar susar
Yollar susar / susar dağlar
Bir ara gümbürtülerle
Kopar kızılca kıyamet
Hasso, Memo… atar
Atar da atar…
Fakat, kahpe zihinlerin idare ettiği kahpe kurşunlar yine atılır, günahsızlar yine yok yere öldürülür ve kanlar yine daha fazlalaşarak akmasına devam eder.
İsmail Kara isyankâr değildir. Kabul eder gelenleri güzelliğiyle, çirkinliğiyle.
Bakarsınız, nasihatlarda bulunan ozanımız “meçhuller” in peşinde koşar görünür.
İsa KAYACAN
(Tanıdığım Ozanlar Arasından- Ece Yayınları, Ankara 1976)
ABDULLAH ÇAĞRI ELGÜN; ÖLÇEK GAZETESİ, KARS - 11.04.2011, Songül DÜNDAR
ABDULLAH ÇAĞRI ELGÜN
Songül Dündar
Sevecen,
Sabırlı,
Okumaya müptela,
Anlattığı dinlenen,
Söylediği anlaşılan,
Eleştirirken yapıcı,
Tam bir dost insan
Abdullah Çağrı Elgün….
Erciyes TV’de, dört yıl boyunca kültür üzerine program yapıp, gruplarla sohbet programları düzenledi. Halk Âşıkları programı ve diğer kültür programlarını yaptı. Kültür programlarına öncülük etti.
Türkçe Lehçeleri, Rus Dili ve İngilizce bilen ELGÜN, aynı zamanda iyi bir eğitimcidir.
Abdullah Çağrı Elgün; olgun bir yazar ve olgun bir şair olmanın yanı sıra, çok iyi bir eleştirmendir. Eleştirmenlik konusundaki sabrı; abartısız “Peygamber Sabrı”dır. Bir insan, bir öykü kitabını veya bir romanı ancak bu kadar dikkatle okuyup, bu kadar sabırla inceleyebilir. Benim hem öykü kitabımın, hem de romanımın irdelemesini ve eleştirisini yapan Abdullah Çağrı Elgün’ü yakından tanıma şansım oldu. Takdirlerimi gizlemem mümkün değildir. Bu denli olgun kalemin sahibi olan yazarın, şair yönünü sizlerin de takdirlerinize bırakıyorum.
İşte, Abdullah Çağrı ELGÜN’ün bir koçaklama şiiri:
DÜNYA PARMAĞIMDA SIRALANMALI
Dünya parmağımla sıralanmalı
Hey yiğitler bugün bir savaş ola
Seyredenler gördüğünden zevk ala
Gafiller bu işe şaşırıp kala
Ter boşalıp beden haralanmalı
Savaş değil burda zelzele ola
Her yanı, bir çığlık, velvele ala
Yer yarılıp düşman içine dola
Yiğit kim, dönek ki, aralanmalı
Yürekleri, cenk ateşi sarmalı
Kurşun, çelik yelekleri yarmalı,
Yiğit, en ön safta düşman yarmalı,
Er göğsünde gülle, sıralanmalı.
Bire bu meydanda bin tufan ola
Gömleğimiz al kanlar ile dola
Analar, bacılar saçını yola,
Her yanımız, yara berelenmeli
Yiğit doğan olup, inip varmalı
Düşmanı velvele, korku sarmalı
Vurunca pençeyi, göğsü yarmalı
Düşman, başı dönüp saralanmalı.
Bir şahin misali; kuzgun leşine
Nice kelleleri alıp döşüne
Bir kasırga tufan; salıp, peşine
Bir sağa bir sola turalanmalı
En kavi sanılan, yere dalmalı
Kimisin, enseden tutup almalı
Kimisni yerden, yere çalmalı
Kimi dere, bayır körelenmeli.
Kim, düşmandan böyle günde kaçarsa
Er içine, korku salıp saçarsa
Teslim için, beyaz bayrak açarsa
Korkak, lime lime paralanmalı
Böyle savaş namertlere zay ola
Yiğidin, merdine kısrak, tay ola
Savaş bize, düğün ola, toy ola
Meydan, sesimizle naralanmalı
Şimşekten bir Türk’üm ateş akarım
Yıldırımım, kasırgayım, yakarım
ÇAĞRI’yım ben bentlerimi yıkarım
Kötüleri kayalara çakarım
Dünya parmağımda sıralanmalı.
ABDULLAH ÇAĞRI ELGÜN’e nice başarı dileklerimle
KARS: 11.04.2011
www.songuldundar.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)