Kaygusuz Abdal
Arzu Kök
Asıl adı Alâeddin
Gaybi olan Kaygusuz Abdal, söylenceye göre Teke Beyi’ne bağlı Alaiye (Alanya) Sancağı Beyi Hüsamettin Mahmut Bey’in oğludur.
Doğum ve ölüm tarihleri tam bilinmiyor olsa da 1361-1444 yılları arasında
yaşadığı genel bir kabul görmüştür. Gaybi, bir Bey çocuğu olmasından ötürü
döneminin bütün bilimlerinin eğitiminden geçtiği gibi silahşörlük, güreşçilik,
avcılık ve at biniciliği alanında da çok iyi eğitim almıştır.
Gaybî bir gün dostlarıyla gittiği av
sırasında bir geyiği okuyla vurur ancak vurduğu geyik yaralı olmasına rağmen
olanca hızıyla kaçar. Gaybi’de yaraladığı bu geyiği kovalarken geyiğin Elmalı
kasabasında Abdal Musa dergâhına girdiğini görmüş. Dergâha
girip yaralı geyiğin kendisine verilmesini istemiş. Dergâhtakiler böyle bir
geyiği görmediklerini söylerler ve bir çekişme başlar. Bunun üzerine Abdal Musa
araya girer ve “Oğul attığın ok bu mudur?” diyerek koltuğunun altında vücuduna saplanmış
oku gösterir. Geyiğe atılan oku Abdal Musa’nın koltuğunda görerek şaşıran
Gaybî, Abdal Musa’nı dergâhına kul olmak, şeyhe mürid
olmak ister. Ancak şeyh ona müceredlik yolunun tüm zorluklarını açıkça anlatmış
“Bey oğlu derviş olmak dilersin demek. Dinle öyleyse.
Dervişin ilk harfi d (dal) dir. “Dünyayı terk” demektir.
Dervişin ikinci harfi r (re) dir. “Riyayı terk” demektir.
Dervişin üçüncü harfi v (vav) dir. “Varlığını terk” demektir.
Dervişin dördüncü harfi y harfidir. “Yalanı terk” demektir.
Dervişin beşinci harf ş harfidir. “Şehveti terk” demektir.
Sen bütün bunları yapabilecek misin? Böyle yaşabilecek misin?
Git, babana da sor, razı gelir mi?”
Ancak Gaybi gitmek istemez. Çok ısrar eder ve sonunda
tarikat usulünce traşı yapılır, tacı, hırkası, kemeri bağlanır. Tabii oğlu
gelmeyen babanın bu durumu öğrenmesi çok zaman almaz ve çok üzülür. Özenle
yetiştirdiği oğlunun mücerredler dergâhına girmesi,
onuruna dokunur. Hiç vakit kaybetmeden Teke Beyi’ne gider
ve oğlunu Abdal Musa’nın elinden kurtarmasını ister. Teke
Beyi Kılagı’lı İsa adlı birini göndererek Şeyhi alıp getirmesini emreder, ancak
Şeyhin kerameti eseri olarak, attan inerken üzengiye takılır ve ürküp
kaçan at üzerinde sürüklenerek parça parça olur. Bu
durumu öğrenen Teke Beyi bu sefer hınç ile Şeyh’in üzerine asker gönderir,
yakalanıp ateşler içinde yakılması emredilir. Bu durumu anlayan Abdal Musa çok
sayıda müridi ile sema ederek kendisi için yakılan ateşi söndürdü. Tam geri
dönüp tekkeye girecekken kara bir canavar gelir ve o anda bir derviş onu
baltasıyla vurup öldürür. Böylece Teke Beyi o canavar ile birlikte ölür ve
askerleri dağılır. Tüm bunları gören Alaiye Beyi, Abdal Musa’nın hak erenlerden
olduğunu görür ve gidip Abdal Musa’nın elini öpüp af diler ve oğlunu orada
bırakarak döner.
Böylece Gaybi orada kırk yıl hizmet eder. Kendisine Kaygusuz
ismi verilir ve Bektaşiliğin uluları arasına girer. Bektaşi meydanındaki on iki posttan biri de Kaygusuz’a aittir. 1424-1430
yılları arasında Rumeli’yi dolaşarak Edirne, Yenibolu, Filibe ve Manastır’da
gezici derviş sıfatı ile halkı eğitmiştir. Daha sonra Hacca gitmek amacıyla
Alanya’dan bir gemiye binerek Mısır’a gitmiş. Orada bir süre Kasrül’ayn
Tekkesi’inde bir süre kalır, ardından da Mukattam Dağı’nda kendi adına bir
dergâh açar. Adı çevrede kısa sürede yayılır. Hatta bir söylenceye göre:
“O dönemlerde Mısır Padişahı’nın bir gözü kör imiş. Bunu gören Kaygusuz
ve dervişleri hemen gözlerine birer pamuk yapıştırdılar. Dimyat’tan gemiye
binip Nil yoluyla Bulak İskelesi’ne geldiler. Bura Mısır Padişahı’nın Hacip’i
bunlara rast gelir. Kaygusuz’a bazı sorular sorar ve aldığı cevaplardan çok
etkilenir. Hemen giderek durumu Padişah’a anlatır. Padişah ise hemen bunları
test etmek ister. Bu nedenle de Kaygusuz abdal ve diğer dervişleri yemeğe davet
eder. Ancak sofraya önce Mısır’ın zahid ve abidleri, beyleri davet edilir.
Sofraya da sapı üçer karıştan uzun kaşıklar koydurur. Ancak kaşıkları görenler
şaşırır ve hiçbirşey yiyemezler. Sonra Abdal Musa ve dervişleri gelip otururlar
sofraya. Herkes kendi kaşığı ile karşıdakine yemek verdi. Bunun üzerine Padişah
bunların arif adamlar olduklarını anlar. Kaygusuz Padişahın gözlerinden biri
görmediği için kendilerinin de gözlerine pamuk yapıştırdıklarını söyler ve
Padişah bunun üzerine pamukları çıkarmalarını emreder. Bunun üzerine Kaygusuz
bir dua eder, tüm hazır olanlar ellerini gözlerine sürüp ‘Amin’ derler. Padişah
da dervişlerle birlikte ‘Amin’ derken ellerini indirdiğinde gözünün açıldığını,
artık görebildiğini anlar. Bu keramet karşısında tahttan iner ve Kaygusuz’un
elini öperek onun müridi olur.” Kaygusuz’un Mısır’da çok sevilmesinin ve orada
yıllarca kalmasının nedeni olarak gösterilip anlatılır bu söylence.
Ancak bir süre sonra Kaygusuz yola hac için çıktığını düşünerek
oradan ayrılır ve Mısır’dan dervişleriyle birlikte Beytullah’a doğru yola
çıkar. tam kırk gün çöl yolculuğunun ardından Beytullah’a varırlar. Burada da
uzunca bir süre konakladıkları söylenir. Mekke’de Hac görevini yaptıktan sonra
Medine’ye geçip Hz. Muhammet’in kabrini de ziyaret ederler. Sonrasında ise Şam,
Birecik, Bağdat, Hile, Kûfe, Necef, Kerbelâ ve Musul üzerinden Anadolu’ya
geçerler, Abdal Musa Dergâhı’na
geçerler.
Bazı söylencelere göre burada ölmüş ve defnedilmiş,
bazılarına göre ise tekrar Mısır’a gitmiş ve orada öldüğü ve bir mağaraya
gömülmüştür.
Kaygusuz Abdal bu isminin yanında Sarayî, Alayî, Kaygusuz
Sultan, Baba Kaygusuz, Kaygusuz Sultan Abdal gibi isimlerle de anılır. Kaygusuz
Abdal’ın 12 eseri ve yaklaşık on bin beyit dolayında şiiri vardır. Bu
nedenledir ki Tekke ve Bektaşi edebiyatı’nın kurucularından sayılır. Yapıtları;
Şiirsel Yapıtları: Divan, Gülistan, Mesnevi-I, Mesnevi- II,
Mesnevi- III, Gevhernâme, Minbernâme
Düzyazı Yapıtları: Budalanâme, Kitab-ı Miğlate(Magalata),
Vücutnâme
Şiir ve Düzyazı Karışık Eserleri: Saraynâme, Dilgüşa
Kaygusuz Divan isimli eserinde; tasavvuf terimleri olan
Tanrı, aşk, gönül, olgun insan, birlik, zühd, edep ve evrenin nitelikleri ile,
onların gizemli yapıtlarından söz eder. Gülistan isimli eserinde; şeytan ile
yalvaçın öyküsünü anlatır. I. Mesnevi’sinde; Vahdet-i Vücut dizgesi anlatılır.
Tanrı’nın önce yalvaçlardan yansıtıldığı, ertesinde tüm varlıklara ve evrene
yayıldığı anlatılır. II. Mesnevi’sinde; insanın temel değerleri belirtildikten
sonra, aslında dünyanın insan için yaratıldığı ifade edilir. !!!. Mesnevi’nde;
nefis, edep, inancın yüceliği ve bedenin insan için aslında bir tutsak olduğu
olgusuna yer verilir. Gevhernâme’de; hoşgörünün bütün insanlık için ne kadar
değerli olduğunu olduğunu, anlamının sınırsızlığını vurgular. Minbernâme’de;
tasavvuf bağlamında gerçekliğe ulaşanların özlerini ve benliklerini tamamıyla
terk etmeleri gerektiğine vurgu yapılır.
Budalanâme’de; gizli anlamlarla dolu olan gönlün
niteliklerini ve Sokrates’in de söylemi olan ‘kendini bilmek’ ilkesini
yüceltir. Kitab-ı Miğlate(Mugalata)’de; toplumların etik değerleri ön plana
çıkarır. Rüşvetin ve fitneliğin kötülüklerini anlatır. Şeytanın insana
yaptıklarından söz eder. Vücutnâme’de; gezegenlerin yapılarını ve evreni ele alır.
Ayrıca dört meleği şu öğe, nefis ve organlar ile belirtir:
Cebrail, toprak, telkinci, nefis, ağız
İsrafil, yel, boğucu nefis, burun
Mikail, su, ezgisi nefis, kulak
Azrail, ateş, kötülükçü nefis, göz
İlginç ve güzel bir betimleme olmasından ötürü aldım buraya.
Dilküşa’da; Hz. Muhammet ve Hz. Ali’nin yücelikleri ile aşkın ve aşk
eserlerinin niteliklerini betimler tüm güzelliğiyle.
Kaygusuz Abdal şiirlerinde hece ve aruz ölçüsünü
kullanmıştır. Şiirlerinin yüzde yirmisi hece ölçüsüdür. Gazel, mesnevi ve divanlarını
aruz ölçüsüyle yazmıştır ki bu da hesaba göre yüzde seksen demektir. İlahi,
şathiye ve nutuk gibi eserleri ise hece ölçüsüyle yazılmıştır. Kullandığı dil
genel olarak dönemin özgün Türkçesidir. Şiirlerinde Yunus Emre’den etkilendiği
söylense de kimi çevrelerce, genel olarak özgündür.
Eserlerinin bir çoğunda Vahdet-i Vücut dizgesi işlenir.
Ancak onda bu görüş sadece görünen varlıkları içermez, hayır ve şer, cennet ve
cehennem gibi düşsel olguları da kapsar:
“Uçmak(cennet) ile tamu(cehennem) birlik oldu
Birliğe bir olmak erlik oldu
Yol eri bilir ki nedir hayır ve şer
Cümle yaratılış insana buradan belirdi.” der. Hatta daha da
ileri giderek, yaratılış bütünlüğünün öncesizliğini, şimdiyi ve sozsuzluğu da
kapsadığını ifade eder. Tanrı sözcüğünü tek şekilde kullanmaz. Tanrı, Allah,
Hüda, Mevlâ, Kirdar, Hak, Yaratan, Hâlik, Rahman, Çalap, Zül-Celâl, Kadir-i
Mutlak, Habibullah,….vb…
Kaygusuz Abdal’ın eserlerinden öğrendiğimiz düşüncesine göre
evren, Tanrı’nın ZAT’ı içinde önceden gizli iken; o kendi güzelliğini seyretmek
için KÜN buyruğuyla bu evreni yaratıp sonra da kendisi giz olup görünmez duruma
bürünmüştür. Gerçekte çokluk olarak görülen her varlığın aslı Tanrı’nın
kendisidir. Kaygusuz’a göre Tanrı yalnız gönülde bulunabilir. Çünkü gönüldür
Tanrı’nın evi: “Çün gönüldür padişahın meskeni Meskeninde buldu isteyen anı” Gönlün en güzel yoldaşı ise
aşktır. Her ne kadar gönülde de olsa onu bulmak için, tasavvuf düzeyine ulaşmak
için ermiş kimselerin yol göstericiliğine gereksinim olduğunu da söyler. Bunun
da Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat gibi dört makam ile mümkün olacağını
söyler.
Kaygusuz Abdal’ın metinlerinde atasözlerimize de rastlamak
mümkün. Örneğin; ‘Ayağını yorganına göre uzat.’, Gizini sevdiğin kardeşten bile
sakın’, ‘Karınca deve yükünü çekemez.’, ‘Suyu görmeden çemrenme’, ‘Her gerçek
işi, aslını bilene sor’, ‘ Ata arpa, sığıra saman gerekir’, ‘Sana taş atana
çömleği siper tutma sakın’….vb…Ayrıca;
“Bir kaz aldım ben karıdan
Yamru yumru söylerim
Bugün bana bir paşacuk
Erdene şehrinde bugün” dizeleriyle de yaşadığı dönemden çok
çok sonra ortaya çıkacak gerçeküstücülüğe de yer veriyor. Zira gerçeküstücülük
akımında ironi, olağanüstülük, düşsellk, şaşırtıcılık gibi öğeler egemendir ve
bu öğeler Kaygusuz Abdal’ın bazı şathiyelerinde göze çarpıyor. Bakın buna bir
örnek daha;
“Yücelerden yüce gördüm
Erbabsın sen koca Tanrı
Alem okur kelam ile
Sen okursun hece ile
Erliği ile anılur
Filân oğlu filân diyu
Anan yoktur baban yoktur
Sen benzersin hiçe Tanrı
Kıldan köprü yaratmışsın
Gelsin kulum geçsin diyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç e Tanrı
Garip kulun yaratmışsın
Derde mihnete katmışsın
Anı âleme atmışsın
Sen çıkmışsın uca Tanrı
Kaygusuz Abdal yaradan
Gel içegör şu cur’adan
Kaldır perdeyi aradan
Gecelim bilece Tanrı”
Bu şiirde Kaygusuz tek varlık ilkesi gereği Tanrı ile içli dışlı
görünmekte, kendini bir anlamda fena-fillah mertebesinde görüp Hallac-ı
Mansur’un En-el-Hak söylemi gibi Tanrı ile arasında perde kabul etmemektedir.
Tanrı’ya ulaşmakta kolaylık istemektedir.
Kaygusuz Abdal, toplumsal eleştirilerini, amansız
yergilerini simgelerle örgülemiş ve gerçeküstü öğelere dönüştürmüştür.
Gerçekleri tüm çizgisel ayrıntılarıyla (realistik) değil, o çizgilerden
geometrik paraboller, biçimlenmeler oluşturarak gösteriyor. Ancak şiirlerine
yüklediği anlamlar ile, okuyan dinleyen her birey ve topluluk bu şiirlerde
kendini görüyor. Ancak Kaygusuz Abdal’ın tüm bu eserleri doğru ve özgün biçimde
tarihçi, araştırmacı yazar ve bilim adamları tarafından tam anlamıyla
incelenmemiş olması da acı bir gerçekliktir. Hakkında çok detaylı çalışmalar
yapılması ve adına üniversitelerde kürsüler kurulması gereken değerli bir
kişiliktir.
Kaynakça
1- Alkan Erdoğan, Sayılar ve Hayvan Simgeleriyle Alevi Mitolojisi, Kaynak Yayınları
2- Arısoy M.Sunullah, Türk Halk Şiiri Antolojisi, Bilgi Yayınevi
3- Birdoğan Nejat, Anadolu Aleviliği’nde Yol Ayrımı İçerikKöken , Mozaik Yayınları,
4- Boratav Pertev Naili, İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Tarih Vakfı Yayınları
5- Eyuboğlu İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Kaygusuz Abdal, Özgür Yayın Dağıtım
6- Gölpınarlı Abdülbaki, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi, İnkılap Kitabevi,
Kaleli Lütfi, Tanrı İnsan, Can Yayınları
7-Yerguz İsmail, Kaygusuz Abdal Yaşamı Sanatı Yapıtları, Engin Yayıncılık
8- Doç. Dr. Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, Kültür Yayıncılık
9- Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, TDKY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder